SAVAŞA, ŞİDDETE VE YOKSULUĞA KARŞI KADIN ÖZGÜRLÜK ZAMANI DİYORUZ!

BASINA VE KAMUOYUNA
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Ortadan Kaldırmak için Uluslararası Mücadele Gününde de kapitalizm ve patriarkanın eşgüdümlü yürüttüğü kadın kırımına karşı “kadın zamanı” diyerek verdiğimiz mücadeleyi her yönüyle başarıya ulaştırma, toplumsal farkındalığı kadın eksenli düşünce ile sağlama sorumluluğu bizi bekliyor. Kadınları diğer kadınlara ve bizzat kendi bedenlerine yabancılaştırarak örgütlülüğü kırmaya, yok etmeye, itaat etmeye zorlayan erkek egemen sistemler tarih boyunca kazanımlarımıza kadına yönelik şiddet aracıyla-özel bir kategori altında saldırdı. Bugün yine kazanımlarımız saldırı altında. Dünyayı sınır telleriyle ulus devletlere ayıranlar, söz konusu kadın kazanımlarına saldırmak ise sınırları kaldıracak denli ortaklaşabileceklerini, aynı dil ve yöntemi kullanarak gösteriyorlar. Ulus devletlerin savaşı-savaşmayı bir yönetme biçimi haline getirdiği bu sistemsel kriz karşısında hem sonuçları hem de sürekliliği açısından kendini kadın kırımı ile var eden savaşın, kadın hayatındaki etkilerini her zamankinden daha fazla ifşa etmeye, karşı mücadeleyi büyütmeye ihtiyacımız var. Afganistan’da Taliban, Şengal’de diğerleri… İşgal ve sömürgeciliği ailenin ve dini hassasiyetlerin korunması sözleriyle perdeleyenlerin, kadınların özgürlük alanlarını ortadan kaldırmaya çalıştıklarını; hukuku siyasallaştırarak kadınları güvencesiz bırakmak istediklerini, gözaltılarla ve tutuklamalarla kadınları itaat etmeye zorladıklarını biliyoruz. Bu kısımda operasyonlar, Ayşe Gökkan’a verilen ceza gibi somut örnekler de paylaşılabilir. Kadınların yurtsuz, değersiz, sözsüz, eylemsiz bırakıldığı hiçbir ideolojinin, ailenin ya da inancın toplumsal karşılığı olmamalıdır; en çok da bu yüzden mücadele ediyoruz, dayanışıyoruz. Binyıllardır bizlerden çalmaya çalıştıkları bedenlerimiz, dillerimiz ve kültürel çeşitliliğimiz için bedenlerimiz, kimliğimizin ayrılmaz bir parçasıdır diyerek bedenimizi zihnimizden, dilimizden, dilimizi kültürümüzden ayırmadan varlık mücadelesi yürütmeye devam ediyoruz. Kadın emeğinin karın tokluğuna değil insan onuruna yaraşır bir değere kavuşturulması, ekonomi üzerinden sürdürülen şiddetin her yönüyle ortadan kaldırılması da mücadeleye dahildir. İlmek ilmek ördüğümüz yaşamdan koparmaya çalışan, emeğimize palazlanan tüm iktidar güçleri karşısında bir yandan bağlar, bahçeler, tarlalar kadar fabrikalar da bizim diyerek diğer taraftan üretimden koparılmanın düşünmekten-siyasetten koparılmak olduğunun farkındalığıyla kadın yoksulluğuna karşı direniyoruz. Evlere hapsedilip ev işleri üzerinden üstümüze yüklenen rollerin; mevsimlik tarım işçisine dönüştürüldüğümüz, göç yollarına düşürüldüğümüz için yaşadığımız açlık gibi tacizlerin, tecavüzlerin de kadın yoksulluğundan bağımsız olmadığını biliyoruz. Kürt kimliği ile iç içe geçirdiğimiz kadın kimliğine yönelen stratejik savaş saldırılarının kimi zaman doğrudan kimi zaman da üniformalılar eliyle geldiği, aşk-sevgi kisvesi altında bedenimize ve zihnimize sirayet ettiği savaş gerçekliğinin farkındayız. Tüm bu saldırı biçimleri karşısında özgürlük mücadelemizin hakikate yüklediği anlamla aşkın ve sevginin ancak ahlaki politik toplumu inşa etmekle yaşanabileceğini biliyoruz. Kadına dayatılan değersizliğin üniformalılar eliyle yaygınlaştırıldığı ve çözümün alternatif yaşamın örgütlendirilmesinden geçtiği açıktır. Gündelik yaşam içinde hemen her erkekten gelen şiddet pratikleri de aynı kapitalist-erkek egemen aklın yansıması olarak kadın yaşamının üstüne çökmektedir. Her gün gazetelere kadın cinayetleri diye yansıyan da aslında kadını emeğinden, toplumsallığından, değerlerinden koparmak için uygulanan bu şiddet eylemlerinin sonuçlarıdır. Kadınların yaşamını, erkekliğin makbul ve namus gibi ölçülerine dayandıran akıl, aksi durumda öldürmekte hiçbir beis görmemektedir. Çünkü tıpkı diğer devlet erkleri gibi yargının da kadına bu kriterlerle yaklaştığı sürekli ilan edilmektedir. Her koşulda erkeğin şiddetini haklı çıkararak cezalandırmaktan imtina eden yargı da bu cezasızlık politikaları ile kadın cinayetlerine, taciz ve tecavüzlere ortak olmaktadır.

Yaşamın tikel ve tümel tüm deneyimlerinde, kadına yönelik şiddet artarak devam ederken kadınların bu sistematik şiddet karşısında verdiği mücadele de devam etmektedir. Özsavunma dediğimiz bu mücadele salt kendini savunmak için şiddet uygulamakla izah edilemez. Sokağa çıkmak, örgütlenmek, diğer kadınlarla dayanışmak, varoluşunu anlamlandırmak için düşünsel faaliyetlerde bulunmak, sorununun sistemselliğini görüp mücadelesini sistemsel örgütlemek kadın özsavunmasını gündelik reflekslerden çıkarıp köklü-toplumsal dönüşümlerin kaynağı haline getirecektir. Özgün-özerk kadın örgütlülüğüyle, iddiamızın ve alternatifi inşa edebilme gücümüzün toplumsallaşması elbette erkeklerle ve yaşamdaki diğer tüm öznelerle kuracağımız yaşama bağlı olacaktır. Yaşamı doğrudan ya da dolaylı olarak birlikte sürdürdüğümüz erkekler tarafından uğradığımız şiddet su götürmezdir, buna karşı verdiğimiz mücadele de haklı ve meşrudur; ancak aynı zamanda erkeklerin de sistem karşısında sömürülen olduğu gerçekliği var olan erkek egemen zihniyeti birlikte aşma ve eş yaşamı kurmayı zorunlu bir hale getirmiştir. İktidarların kadına yönelik şiddeti özendiren, uygulayanları alenen savunan, kadının yaşamını güvence altına alan tüm kazanımları da geri çekmeye çalışan yaklaşımları ve yönetme pratiği-zihniyeti içinde bu sorunun çözülemeyeceği açıktır. Kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması da demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü eş yaşam içinde mümkün olacaktır. Açık-örtülü yürütülen tüm kadın kırımı politikalarına ve bu politikalar uygulanırken kadına yönelik şiddetin sürekli bir araç olarak devrede tutulmasına karşı tek bir kadının bile şiddetin herhangi bir şekliyle karşılaşmaması, kendi özgürlüğü ve iradesiyle varoluşunu gerçekleştirmesi için sürdürdüğümüz bu mücadele ile 25 Kasım’ı karşılıyoruz.
15. 11. 2021
BATMAN TJA

You may also like...