KADIN ŞİDDET RAPORU
KADIN RAPORU EN SON HALİ TÜRKÇE 11.12.2020İÇİNDEKİLER
• GİRİŞ
• YÖNTEM
• ŞİDDET VERİLERİ ve VERİ ANALİZİ
• KADIN MÜCADELESİNE YÖNELİK SALDIRILAR
• GÖZALTI ve TUTUKLAMALAR
• KAYYIM POLİTİKALARI
• ÖZEL SAVAŞ POLİTİKALARI
• SONUÇ ve ÖNERİLER
• GİRİŞ
Kadına yönelik her türlü şiddet biçiminin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bu tarih bir yandan yaşadığımız modernitenin şekillenmesindeki temel unsurlardan biri olmakta bir yandan da her geçen gün modernitenin içerisinde kendini örgütlemeye ve üretmeye devam etmektedir. Bu tarihsel akış içerisinde bin yıllardır toplumlara dayatılan her türlü ideoloji, felsefe, bilim ve inanç sistemleri toplamda adına erkek egemen sistem dediğimiz sistemi örmüştür ve bu sistem erkeğin özne-irade kabul edildiği, kadının nesne-pasif olarak kodlanıp konumlandırıldığı modern çağa kadar bizleri getirmiştir.
Bizler, Kürt kadınlar olarak erkek egemen bu sistemin şiddete, kana, savaşa, öldürmeye dayalı bu düzeni içerisinde bin yıllardır var olmaya, toplumsal değerlerimizin yaşatılması için mücadele etmeye devam etmekteyiz. Ve hem kimlik hemcins mücadelesi veren biz Kürt kadınlar açısından bizlere dayatılan şiddet sarmalının çok katmerli ve boyutlu olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Bu dönem içerisinde bizlere uygulanan şiddet yöntemleri ilk değil. Kürdistan’da verilmeye başlanan kimlik mücadelesinin ilk zamanlarından itibaren coğrafyamızda kadınlar devlet tarafından hedef haline getirilmiş ve devam eden savaşın bir hedef noktası olmuştur. Uygulanan bu şiddet ve savaş politikasının özelde biz kadınları hedef alıyor olması spesifik bir politika değil. Kimlik çatışmalarının olduğu ve devam ettiği birçok bölgede, Nepal’de, Saray Bosna’da, Hindistan’da, Suriye’de, Latin Amerika’da ve daha birçok yerde ortaya çıkan savaş pratiklerinde de görüyoruz ki kadınlar özel olarak hedef alınmaktadır. Bu amaç uygulanırken de erkek şiddetinin yöntemleri, politikaları ve ideolojik yaklaşımı baz alınmakta, erkek ve devlet şiddeti birbirini besleyerek bizler üzerinde çifte bir baskı, sindirme ve yok etme politikası uygulamaktadır.
1990’lar ile beraber coğrafyamızda şiddetlenen çatışmalarda uygulanan her bir politikanın temel etkileneni her zaman kadınlar ve çocuklar oldu. Köy boşaltmaları ve yakmaları yüzünden on binlerce Kürt yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Köylerinden, evlerinden göç etmek zorunda kalan kadınlar göç ettikleri mekanlarda yalnızlaşma, özel alan olarak evlere hapsolma ve başta fiziksel şiddet olmak üzere ekonomik, psikolojik birçok şiddetle yüz yüze bırakıldı. 2015 sonrası yaşanan öz yönetim direnişleri süreci sonrasında yıkılan yerleşim yerlerindeki insanlar maalesef ki aynı sürece tabii tutuldu.
Çatışmaların yoğunluklu yaşandığı yerlerde, köy boşaltmaları, ev baskınları, gözaltı ve cezaevleri süreci sırasında birçok kadın kolluk kuvvetleri tarafından cinsel şiddete maruz kaldı. Fakat geçtiğimiz aylarda İpek Er isimli Kürt kadına tecavüz eden ve intihara sürükleyerek ölmesine sebebiyet veren Musa Orhan davasında olduğu gibi şu ana kadar hiçbir güvenlik görevlisi bu suçlardan ceza almadı. Mardin Derik ve Mazıdağ ilçelerinde 1993–1994 yıllarında gözaltına alındığı sırada askerlerin (104 asker) defalarca tecavüzüne maruz kalan ve davacı olan Şükran Esen’in davası , Siirt’te Gazi İlköğretim Okulunda kız çocuklarına okul idarecisi, asker, polis, korucu, tarafından sistematik olarak tecavüz edildiği dava , N.Ç. davası gün yüzüne çıkan olaylardan sadece birkaçı olarak kaldı.
Mutlak tecrit koşullarının başta İmralı Ceza Sisteminde olmak üzere bütün bir topluma dayatılıyor olması, her geçen gün tecrit sisteminin ağırlaştırılması şiddetin, hukuksuzluğun ve her türlü kirli devlet politikasının meşrulaştırılmasının en başat yöntemi olarak var olmaktadır. Bir konsept olarak inşa edilen İmralı Sisteminin toplumsal yansıması her türlü hakkın ve toplumsal değerin hedef haline getirilmesi olmaktadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecrit Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü dayatmakta ve savaşın devam etmesine sebep olmaktadır. Bu hukuksuzluğa ve insan hakkı ihlaline karşı 2018’de Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevleri sürecinde İmralı ile görüşmeler yapılmış, sonrasında bu görüşmeler yine yasaklanmış ve tecrit koşulları devam etmiştir. Bu duruma karşı 27 Kasım günü cezaevlerinde yeniden açlık grevleri başlatılmıştır. Tecridin en fazla kadınların hayatına yönelen bir savaş politikası olduğu gerçekliği ile dün olduğu gibi bugün de en önde direnen yine kadınlar olmaktadır. Bu vesile ile adalet talep ettiği için cezaevinde ölüm orucuna başlayan ve bu talebi devlet tarafından görülmeyen Kürt ve Alevi bir kadın olan Ebru Timtik’i bir kez daha hatırlamak ve anmak isteriz.
Özel savaş politikalarının devreye konulduğu, Kürt kimliğine dair her türlü talebin şiddet ve sindirme ile bastırıldığı bu süreçler bugün mevcut iktidar tarafından devam ettiriliyor. Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki dayatılan güvenlik politikaları, irade gaspları, hukukun ve demokrasinin hiçbir şekilde uygulanmadığı bir ortamda bulunmaktayız ve yine en çok bizler, Kürt kadınlar hedef haline getirilmekteyiz.
2015 sonrası güç kazanan faşizm koşulları ve şu ana kadar kadın mücadelesi ile kazanılan her türlü hak ve toplumsal değişim-dönüşüm adımı devletin hedefi haline gelmiş durumdadır. Bu durumun kendisi Kürt sorununda çözümsüzlüğün dayatılmasının bir tezahürü olarak toplumsal mücadelede ve kadın mücadelesinde de kendisini göstermektedir. Kürt Kadın Hareketi’nin düzenli olarak hedef gösterilmesi, aktivistlerinin tutuklanması, eşbaşkanlık sisteminin hedef haline getirilmesi, kayyım atayarak yerel yönetimlerde kadın çalışmalarının yasaklanması, anadilde hiçbir hizmetin verilmiyor olması Kürdistan’da kadına yönelik her türlü şiddetin boyutlarının artmasına sebep olmuştur.
Bir hukuksuzluk örneği olarak KHK kapsamında 2016 yılında çatı örgütümüz olan Kongreya Jinên Azad kapatıldı. Mücadeleye Tevgera Jinên Azad (TJA) olarak devam ettik. Bu çalışmada göstereceğimiz üzere kadın kurumları ve çalışmaları yürüten her bir kurum hedef haline getirildi, kapatıldı ya da işlevsizleştirildi. Neredeyse her hafta ev baskınları ile kadınlar gözaltına alınmaya, tutuklanmaya devam etmektedir. Rosa Kadın Derneği örneğinde olduğu gibi kadın mücadelesi yürüten dernek ve aktivistler hedef haline getirilmektedir. Bu kazanımlara ve kadın direnişine yönelik her bir saldırı ise erkek şiddetini her geçen gün arttırmaktadır.
Türkiye’deki mevcut hükümetin uyguladığı kadın düşmanı politikalar biz Kürt kadınlar açısından kadın sorununun evrensel bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Mevcut ƒiktidar kendi bekasını korumaya çalışırken kadınların yokluğunu hedef haline getirmiştir. İstanbul Sözleşmesi gibi kadınların hayat güvencelerinden olan adımlardan birini tartışmaya açmış, bu tartışma ile erkeklik kışkırtılarak cesaretlendirilmeye çalışılmıştır. 2020 yılı içerisinde sadece basına yansıdığı kadarı ile 249 kadın yaşamını erkek şiddeti ile kaybetti. Pandemi süreci ile beraber 6284 No’lu Yasa’nın askıya alınması, sığınak başvurularının durdurması, infaz yasası ile beraber şiddet faili erkeklerin dışarıya salınması ve erkek şiddetine dair hiçbir önlem alınmaması biz Kürt kadınlar açısından da devam eden savaş ile beraber çok daha katmerli ve acı sonuçlar doğurdu. Mevcut politikalar kadınları korumazken, savunmasız bırakarak şiddete terk ediyor. Bugün her anlamda, ekonomik, kültürel, sosyal, toplumsal, alanlarda kadınları yok sayan ve iradesizleştirerek eve hapsetmeye çalışan bu politikaların kökeninde saldırı zihniyeti varken, savunmasızlık ile sonuçlanması bekleniyor. Bizler de dört aya yakın bir süredir bu politikalara karşı “Em Xwe Diparêzin” sloganı ile savunma temelli bir kampanya yürütmekteyiz ve bu raporu da Kürdistan’da yürütülen bu politikaların ortaya çıkardığı sonuçları gözler önüne serebilmek amacı ile hazırladık. Fakat bahsettiğimiz bütün bu saldırılar bu raporun hazırlanma sürecini de doğrudan etkilemiştir. Nasıl?
Kadın kurumlarının kapatılması, kayyımlar eliyle yerel yönetimlerdeki kadın kazanımlarının ve çalışmalarının yok sayılması ve kadın mücadelesinin engellenmeye çalışılması sonucu maalesef ki birçok veri ve bilgi sadece devlet mekanizmalarında toplanmakta ve bunlar da şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Kadına yönelik şiddetin rakam ve sayıların çok çok ötesinde olduğunu, birçok şiddetin her gün deneyimlenmesine rağmen verilere aktarılmasının mümkün olmadığının bilincindeyiz. Psikolojik şiddet, savaş ortamının yarattığı duygu dünyaları, anadilini konuşamayan kadınların ve çocukların travmatik yaşamları, cinsel şiddet gibi birçok ağır şiddet hali rakamlarla anlatılamaz. Fakat mevcut fiziksel şiddetin boyutlarını görmek istediğimiz takdirde dahi yeterli verilere ulaşmak neredeyse imkânsız bir haldedir. Devlet kurumları bu verileri paylaşmadığı gibi Kürdistan’da var olan birçok kurumun da bu konuda eksiklikleri ile karşı karşıya kaldığımızı belirtmek isteriz. Verilerin ve bu coğrafyada yaşayan kadınların yüz yüze kaldığı sıkıntıların bir tablosunun istenen seviyede ortaya çıkmamış olması dahi bu saldırıların bir alt metnini bizlere göstermektedir. Yoğun olarak uygulanan bir saldırı söz konusu fakat bunlar tamamen saklamak, devlet sırrı olarak korunmak istenmektedir. Karşı karşıya kalınan bu durumun aynı zamanda vahim tabloyu saklamak istenmesi olduğunu biliyoruz. Bu durumda bu bilgileri açığa çıkarmak ve kamuoyu ile paylaşmak da bu saldırılara karşı verilen mücadelenin bir parçası olmalıdır.
Meclisteki kadın vekiller 81 şehirdeki kadın şiddeti verilerini Aile, Çalışma ve Sosyal Bakanlığından soru önergesi olarak talep etti. Fakat hiçbir cevap verilmedi. Mevcut Sivil Toplum Örgütlerine kadar birçok kurumdan bu konuda taleplerimiz oldu. Kürdistan’daki birçok kurumun devlet saldırıları ile kapatıldığının, olanların işlevsizleştirilmeye çalışıldığının farkındayız. Fakat hayati bir mesele olarak önümüzde duran bu sorunun çözümü için burada çalışan her bir kurum ve kuruluşun daha hassas ve bilinçli daha sorumlu ve bu sorunu 2. planda görmeyen bir anlayışla yaklaşmaları gerektiğini bu çalışma vasıtası ile hatırlatmak isteriz.
Elde ettiğimiz veriler kadına yönelik erkek-devlet iş birliği şiddetinin tam bir çehresini sunmamaktadır. Birçok anlamı ile veri eksiklikleri bulunmaktadır. Fakat artan şiddetin kadınları ne denli etkilediğini gözler önüne sermede yol açıcı olduğunu, devletin şiddet politikaları ve erkeklerle iş birliğinin ne boyutlara geldiğini bir kez daha görmüş olduk.
Özgür Kadın Hareketi olarak bu çalışma ile ana gündemimiz burada uygulanan erkek-devlet iş birliği şiddetinin bugün bizlere yansımasının ve sonuçlarının ne olduğunu kamuoyu ile paylaşmak ve bundan sonraki süreçte bu politikalara karşı daha güçlü mücadele edeceğimizi belirtmektir. Raporumuz basın taraması, kurum ve kuruluşlardan toplanabilen bilgilerin analizi, şu anda mevcut olarak devlet tarafından uygulanan saldırıların neler olduğu ve sonuç bölümünden oluşmaktadır. Bu çalışmamız devletin üzerimizde uyguladığı özel savaş politikalarının son dönemde en görünür sembolü olan ve tecavüz sonucu intihar ederek yaşamını yitiren İpek Er, Gülistan Doku, Fatma Altınmakas şahsında katledilen bütün kadınlara adanmıştır.
• YÖNTEM
Kadına yönelik erkek ve devlet şiddetin ayyuka çıktığı, kadının yaşam hakkını, barışa, ayrımcılığa karşı çalışma yürüten aktivist ve siyasetçilere karşı ortaya çıkan yargı tacizi bu durum tespiti raporunu yazma öncelikli amacımız olmuştur.
Raporumuz bölgede yer alan sendika, meslek odaları ve sivil toplum örgütlerine (STÖ) gördükleri herhangi bir şiddet sonucu başvuran kadınlar, basına yansıyan verileri ve aynı zaman da TJA’lı kadınlara yönelik yapılan yargı tacizini içermektedir. Giderek artan kadına yönelik erkek şiddeti, şüpheli ölümlerin artışı ve kadın cinayetleri bu araştırmayı yapmamızdaki ana neden olmuştur. Yaşanan kadına yönelik erkek şiddeti ve kadın katliamların yaşadığımız bölgedeki tablosunu görmek açısından başlattığımız bu çalışmanın nasıl ilerleyeceği üzerinde yürütülen tartışma ile veri toplama ve gözlem tekniğine karar verilmiştir. Bölgede bulunan bütün illerdeki erkek şiddeti vakalarına, verilere bu çalışma içerisinde ulaşılmaya çalışıldı. Fakat belli başlı illere ulaşılabildi. Yer alan veriler 2020 yılının ilk 10 ayına ait basın taraması, sendika ve STK’lara başvuran verileri kapsamaktadır. Yaptığımız çalışmanın belli başlı sınırlılıklarının olmasının yanında yapılan veri toplama yöntemi ile belirlenen illerdeki kadına yönelik şiddet verilerini tam anlamı ile göstermemektedir. Kamu kurumlarına başvuran kadınların sayısını içermemekte ve kamu kurumları başvuran kadınların verilerini paylaşmamaktadır. Bu da aslında yaşadığımız bölgede yaşanılan şiddeti bütüncül olarak yansıtmamaktadır. Çalışmanın başlamasıyla birlikte alanda karşılaştığımız başlıca sorunlar; maruz kaldığı şiddet sonucu yaşadığı şehirde bulunan STK ve sendikalara başvuru yapan kadınların verilerinin tutulmadığı, var olan verilerin ise paylaşılmak istememesidir. Birçok örgüt kadına yönelik artan erkek şiddeti karşısında veri tutmakla birlikte özgün bir çalışmada yürütmemektedir. Bölgede iletişime geçtiğimiz birçok sendika, STK ve meslek odalar ayrıştırıcı veri tutmadıklarını, şiddet sebebiyle başvuruda bulunan kadınlar için ayrı formlarının olmadığını bildirmiştir. Bu nedenle paylaşılan veriler basın taraması ve veri tutan bir kısım sendika, STK ve meslek odalarına aittir.
• ŞİDDET VERİLERİ ve VERİ ANALİZİ
Sendika, meslek odaları ve STK’lara 2020 yılı içerisinde 2520 kadın gördüğü erkek şiddeti sonucu başvurmuştur. Her şiddet türü diğerini de içine alarak erkekler tarafından kadınlara uygulanmaktadır. Şiddete maruz kalan her bir kadın sadece bir erkek tarafından değil birçok erkeğin iş birliği sonucu maruz kalmaktadır. Evde; eş, baba, erkek kardeş ya da ailedeki diğer üyeler tarafından maruz kalıyor, karakollar ise polis iş birliği ile maruz kaldığı şiddet devam ediyor.
Başvuru sebebi ne olursa olsun kadınlar yoğun olarak psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Bu verilere baktığımızda ise; 775 kadın sığınak talebinde bulunmuş, 250 kadın ise ekonomik şiddete maruz kalmış ve yardım talebinde bulunmuş, 712 kadın gördüğü erkek şiddeti sonucu boşanma davası açmış ve 113 kadın maruz kaldığı cinsel saldırı sonrası başvuru yapmıştır. 670 kadında maruz kaldığı herhangi bir şiddet sonucu kurumlara başvuru yapmıştır. 18 yıllık faşist AKP iktidarıyla kadın kırımı binde 1400 artış gösterdi.
Basına yansıyan veriler ise;
Şehirler TECAVÜZ TACİZ ŞÜPHELİ ÖLÜM KADIN CİNAYETİ
DİYARBAKIR 2 15 11
MARDİN 1 9 3
BATMAN 4 1
VAN 1 5 1
ADIYAMAN 4
ANTEP 3 5
AĞRI 1 6 2
DERSİM 1 1 2
SİİRT
URFA 4 1
KARS 3
MARAŞ 4 3
BİNGÖL 2 2
MALATYA 1 1
IĞDIR 1
ŞIRNAK 1 1
ERZİNCAN
ERZURUM 1 1
SİVAS 3
ELAZIĞ 3
MUŞ 1
TOPLAM 4 6 60 41
Kürdistan’ın kimi illerinde 2020 yılında en az 41 kadın eski eşi, erkek kardeşi, erkek arkadaşı tarafından katledilmiştir, 60 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirmiştir. Şüpheli kadın ölüm sayısının belli ölüm sayısının neredeyse bir buçuk katı olması bize kadınların ölüm nedenlerinin bile erkekleri koruyan toplum yapısı içinde yeterince araştırılmadığını, önemsenmediği ortaya koyuyor. Kolluk kuvvetlerinin şiddeti karşısında Kürt insanının yaşamının değersizleştirilmesi gibi erkekler karşısında da kadınların yaşamı değersiz kabul ediliyor ve şüpheli ölüm olarak kayıtlardan kendine yer bulan bir kadın katliamı yaşanıyor. Her bir kadın katliamının sadece bir erkek faili yoktur birden çok faili vardır.
Devletin kadın düşmanı söylemleri, ürettiği “erkek yanlı” politikaları kadınların yaşamına mal olmaktadır. Erkek egemen iktidar yaratmak istediği itaatkâr toplum modeli için evde, sokakta, işyerinde kadının yaşadığı ve var olduğu tüm alanlara saldırmaktır. Bu erkek saldırısının ideolojik/kültürel temelini de din sömürüsü ile İslami yaşam biçimini norm haline getirerek, erkek egemen sistemin kendisi her gün içinde yeniden ürettiği aile kurumunu İslami referanslarla aklayarak gerçekleştiriyor.
• KADIN MÜCADELESİNE YÖNELİK SALDIRILAR
Kadınların örgütlü mücadelesi son 100 yıldır büyük bir ivme kazandı ve dünyanın birçok yerinde kadınların irade, kimlik, varlık, yani ezilen cinsiyet olarak tanınmasında çok ciddi kazanımlar elde edildi. Bu kazanımlar hem erkek egemen toplumsal yapının hem kadınları korumayan yasal düzenlemelerin kabuk değiştirmesine ve kadınların maruz kaldığı şiddetin azalmasına ön ayak olan adımlardı. Fakat 21. yüzyılda şahit olduğumuz gerçeklik dünyanın birçok yerinde yine bu hakların ve kazanımların hedef haline getirilmesi oldu. Türkiye’deki mevcut iktidar da kadın kurumlarının/örgütlerinin kapatılması, kadın özgürlüğü için mücadele eden aktivistlerin gözaltına alınıp tutuklanması, özel savaş politikalarının uygulanması gibi politikalarla kadına yönelik erkek şiddeti vakalarının ve olaylarının artmasına sebebiyet vermiş, kurumların ve aktivistlerin yok edilerek şiddetle mücadele eden mekanizma ve kişilerin ortadan kaldırılmasını hedeflemiştir. Kadın örgütlerinin hedef haline getirilmesi doğal olarak kadın mücadelesini de derinden etkilemiştir. Kadınların şiddet durumunda başvurabilecekleri, güçlenebilecekleri mekanizmaların kapatılması, yasaklanması, illegalize edilmesi ev içi şiddet başta olmak üzere birçok şiddetle kadınları yüz yüze bırakmıştır. Bu süreç içerisinde sosyal, kültürel, ekonomik, toplumsal olarak kendilerini var edebilecekleri, toplumsal yapıya katabilecekleri mekanizmalardan uzak tutulmaya çalışmaları kadın kimliğinin görünürlüğünü de irade olarak tanınmasını da engellemiştir. Kürdistan’da da bu politikalar gözaltı ve tutuklamalar, kayyım atamaları, özel savaş politikalar kapsamında devam etmektedir.
GÖZALTI VE TUTUKLAMALAR
Gözaltı ve tutuklama son yıllarda AKP hükümetinin temel sindirme politikası olarak uygulanmaktadır. Kürdistan’da neredeyse her gün bir gözaltı ve şafak operasyonu yapılmakta her defasında kötü muamele ile insanlar polis şiddetine maruz kalarak kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada çok fazla Kürt kadının da gözaltına alındığını ve tutuklandığını bilmekteyiz. 2020 tarihinde en az 244 TJA aktivisti gözaltına alındı ve 81’i tutuklandı.
GÖZALTI TUTUKLAMA
AMED 76 44
AĞRI 3 1
BATMAN 50 5
MARDİN 43 9
VAN 9 5
HAKKARİ 4 2
ŞIRNAK 15 1
URFA 13 2
IĞDIR 5 1
KARS 4 3
ERZURUM 4
MUŞ 6 5
ADANA 5 1
MERSİN 7 1
OSMANİYE 1
237 81
237 kadın hakları savunucusu ve siyasetçi bu operasyonlarda gözaltı ve tutuklamalar ile yargı tacizine maruz kalmıştır. Kadınlar; kadın barış atölyesine neden katıldınız, kadınlar barış istiyor basın açıklamasını neden yaptınız, mor konvoy etkinliğini neden yaptınız, 8 Mart’ı tertip etmemizdeki amaç neydi, Gülistan Doku pankartını neden taşıdınız, derneğe neden gidiyordunuz, erkeklerin bu derneğe gizli üye olduğu, adayı olduğu siyasi partinin aday tanıtım toplantısına katıldıkları gibi akıl dışı sorular sorulmuş ve örgüt üyeliğinden dava açılmış bir çok kadın tutuklanıp aylarca özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır. Kadınların örgütlenme, düşüncelerini yayma ve ifade özgürlüklerini kullanmaları kriminalize edilerek, şiddetle mücadele eden kadınlar şiddete maruz bırakılmıştır.
Covid-19 virüsünün yoğunluk gösterdiği ve insanların evlerinden dahi çıkmaya çekindiği zamanlarda, gece yarısı, hijyen kuralları dikkate alınmadan, kolluk görevlileri tarafından ve köpekler eşliğinde kadınların evleri basılmış (Rojbîn Çetin evi köpekle basılan bir kadın olarak gözaltına alınıp, tutuklanmasına rağmen bu konuda herhangi bir kolluk kuvveti görevlisine bir soruşturma açılmamıştır), işkence ile gözaltı ve tutuklamalar yapılmıştır. Diyarbakır’da haksızca açılan soruşturmalarda 70’li yaşlarda ve ağır kronik rahatsızlıkları bulunan Barış Anneleri Rebia Kıran ve Makbule Özbek gibi çok sayıda yaşlı ve hasta kadın günlerce göz altında kalmış, bir kısmı tutuklanmıştır. Kadınlar ve beraberindeki küçük çocukları olmasına rağmen hatta çocukları hasta olsa dahi tutuklu yargılanmışlardır. Böbrek hastası olan Dilgeş annesi ile birlikte cezaevine girmiş, Eylem Oyunlu 10 günlük bebeği ve 2 yaşındaki kızıyla birlikte tutuklu yargılanmıştır.
Kadınlara yönelik saldırılar her geçen gün artarak devam etmekte, özellikle de alanlarda olan kadınlara yönelik saldırılar, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler her geçen gün artmaktadır. Ülkede sistematik hale gelen kadına yönelik şiddet devletin politikası haline gelmiş ve en çok direnen mücadele eden alanlardan çekilmeyen kadınlar hedef haline getirilmiştir. Cizre’de yapılan ev baskınlarında aralarında HDP ilçe eşbaşkanı Güler Tunç ve yerine kayyım atanan belediye eş başkanı Berivan Kutlu’nun gözaltında tehdit edilmeleri Güler Tunç’un eşinin ve kayınbiraderi Mehmet Tunç’un mezarını ziyaret ettiği için dava açılması, Berivan Kutlu ya “Derhal ülkeyi terk et” diye tehdit etmeleri erkek devlet şiddetinin ne boyutlara geldiğini de göstermektedir. Kadınlara yönelik düzenlenen gözaltılarda özellikle tüm mahalle sakinlerinin ya da apartmanda yaşayan kişilerin kapılarının kırarcasına çalınması ayrıca yaymak istedikleri korku ve baskı ikliminin bir sonucuydu. Kadınları alandan çekmeye çalışan erkek devletin tüm yasaklamalarına, baskılarına rağmen kadınlar, alanlardan çekilmemiş ve yapılan tüm haksızlıkları, baskıları, işkenceleri en gür sesiyle haykırmış ve demokratik eşit ve özgür bir yaşam için mücadele etmekten asla vazgeçmemiştir.
İnsan hakları savunucularını susturmak ve sindirmek için otoriter sistemlerde en fazla kullanılan taktik yargı tacizidir. Soruşturma ya da kovuşturma başlatmak, idari işlem ya da hukuk davası açmak gibi yöntemler ile kişiler korkutulmaya ve sindirilmeye çalışılmaktadır. Otoriterleşen ülkelerde bu durum genel olarak bütün muhalif kesimlere dönük olarak uygulanmakla birlikte Türkiye gibi çok kültürlü ülkelerde yargı tacizinin esas hedefi çoklu kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalanlara dönük olmaktadır. Yukarıda bahsi geçen operasyonlarının Kürt kadınlarına yönelik daha yoğun yaşanmasının esas sebebi de budur. Sisteme dair esas muhalefeti yapanlar, kesişen kimliklerinden dolayı –hem Kürt hem kadın olmak- iktidarın hedefi konumundadır ve bu muhalif sesi bastırmanın yollarından birisi de olabildiğince geniş operasyonlar yaparak toplumda çatlak seslerin çıkmasını engellemektir.
Sabah saatlerinde, insanlar evlerinde aileleriyle uyurken, köpeklerle ve uzun namlulu silahlarla yapılan operasyonların göz korkutmaktan başka bir amacı bulunmamaktadır. Bu insanların her biri haklarında başka birçok soruşturma ve kovuşturma olan kişilerdir ve bütün yargısal süreçlerini takip etmektedirler. Kaçma şüphelerinin olmadığı ve çağrıldıklarında ifadeye gidecekleri açıkken bu şekilde bir operasyon ile evlerinin basılmış olmasının tek gerekçesi toplumsal muhalefeti bastırmaktır. Bu taktik birçok otoriter rejim tarafından süreklileşmiş hale geldiğinden (bkz. Azerbaycan, Rusya, Ukrayna…) bu durumun yabancısı değiliz. Gerek dünyadaki diğer örnekler gerekse Türkiye örneği bahse konu yargı tacizlerinin amacını ve hedefini açıkça ortaya koymaktadır; kadın mücadelesinin geriye düşürülmek istenmesi ve kadınların evlere, erkek egemen sistemin yeniden gönderilmek istenmesidir.
• KAYYIM POLİTİKALARI
Kayyımların esasında sömürge siyasetinin bir ürünü olarak var olduklarını ve Kürdistan’da bu sömürgeci zihniyetin temsilleri olarak var olduklarını çok biliyoruz. Kürt toplumsallığını parçalamaya yönelik yukarıda da görüldüğü üzere her türlü toplumsal çalışmanın engellenmeye çalışılması tesadüfi değildir. Ve özelde kadınlara yaşama alanı bırakmayan, kentin şekillenişinde söz hakkı vermeyen ve eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesi ile siyasi, toplumsal iradelerini yok sayan uygulamalar kadını bin yıllara dayanan köleci zihniyetten beslenen mevcut pozisyonunda tutma girişimidir.
Özel bir politika olarak uygulanan kayyım sisteminin kadınların başvuracakları alanları yok sayması- daraltması, kadına yönelik şiddet politikasının olmaması, yerel güçler olarak kadınlara, çocuklara, engellilere yönelik özerk politikalar geliştirmemesi kadınların şiddete maruz kaldıklarında güçsüz kalmalarına ve hatta hayattan kopmalarına neden olmaktadır. Kadınların erkek şiddeti nedeniyle kapatılan kurumların dışında devlet kurumlarına başvurmamasının nedenleri çok açıktır. Kendi seçme iradesini yok sayan bir devletin kurumlarının kendisini ne kadar koruyacağı konusunda güvensizliği, devlet başvuru mekanizmalarının çoğunun kadını erkek şiddeti gördüğü yere geri dönmesine salık vermesi gibi kadın düşmanı bir yaklaşımın olduğu ortadadır. Kayyım yönetimlerinden önce belediye binaları ve çevresinde herhangi bir ekstra güvenlik önlemi alınmazken şu an beton duvarlar ile bölünmüş belediyelerin bahçesinde militarist tüm araçlar ve onlarca kolluk kuvveti yerini almıştır. Dışarıdan bakıldığında daha çok karakolu andıran belediyelere giriş-çıkışlarda dahi psikolojik bir baskı ortamı yaratılmakta ve halkın hizmet almak için belediyeye gitmesi dahi bu şekilde engellenmektedir. Bu militarist ortam içerisinde kadınların belediyeye gitmesi ve şiddet durumu için yardım talep etmesi imkânsız hala gelmektedir. Belediyelerin hizmet mekânı değil, devletin gücünü göstermeye çalıştığı binalara dönüşmüş durumdadır. Kadının varlığının, iradesinin, emeğinin tanınmadığı bu anlayış erkek egemenliğinin ve erkek şiddetinin her geçen gün kışkırtılmasına kadınların görünmez kılınmasına neden olmaktadır.
Bilindiği üzere; 31 Mart 2019 seçimlerinde ise 65 belediye kazanan HDP ile 65 kadın eşbaşkan olarak göreve başladı. Aynı zamanda 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerden bu yana, hükümet 65 HDP’li belediyeden 48’ine hukuksuz bir şekilde el koydu.
2016 yılından itibaren belediyelere atanan kayyımlar yaklaşık 20 yıldır kadınların mücadeleler sonucundaki tüm kazanımları atandığı gibi yok saymıştır.
2016 yılından beri uygulanan kayyımların uyguladığı kadınlara yönelik politikalar;
1. Kadın birimlerini, kadın merkezlerini, daire başkanlıklarını ve sığınakları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı il müdürlüklerine bağlayarak ŞÖNİM’lere (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) teslim etmek ya da KADEM’lere tahsis etmek; bazı belediyelerde ise Sosyal İşler Müdürlüğü’ne bağlamak
2. Bu birimlerde çalışan kadınları işten çıkarmak, ihraç etmek veya çalışma yerini değiş- tirmek
3. Kadın merkezlerinin kapısına kilit vurmak
4. Kadın Merkezi’ne başvuruda bulunan kadınların dosyalarına el koymak, gizlilik hakkını ihlal etmek ve kadınların hayatlarının riske atılmasına neden olmak
5. Kadın birimlerinin yönetimine erkek memur atamak
6. Kadın merkezi binalarının AKP Kadın ve Gençlik Kolları’nın kullanımına tahsis etmek
7. Kadın Merkezleri’nin içeriğini değiştirmek, evlendirme dairesi ya da Kuran kurslarına çevirmek
8. Belediyelerin web sitelerindeki kadın çalışmaları, kültürel faaliyetler ve çok dilliliği yok ederek yalnızca din, çevre ve fen işleri hizmetlerini sunmak
9. Kadınların isimlerini taşıyan parkların adını değiştirmek
10. Kreşleri kapatmak ya da anadilde hizmeti engelleyerek hizmet dilini Türkçeleştirmek
11. Kreşleri il ve ilçe müftülüklerine tahsis etmek ve Kuran kurslarını kreş binalarına taşımak
12. Sığınma evlerini barınma evlerine dönüştürerek şiddet gören kadınlar için tahsis edi- len mekanları barınma amaçlı kullandırmak
Kayyımların Ocak-Ağustos 2020 ayları arasında basına yansıyan icraatları ;
“Doğum izninde olmasına rağmen DBB kayyımı tarafından işine son verilen Sarya Yiğit Cengiz, doğum izninde olan bir kadının iş hakkının feshedilmeyeceğine dair emsal kararların olduğunu belirterek, mahkemeye başvuracaklarını söyledi.”
“Sur Belediyesi’ne kayyım atanmasıyla birlikte Amîda Jîn Kadın Danışmanlık Merkezi’ne erkek müdür atandı. Tabelası indirilen merkez, işlevsizleştirilerek, kahvehaneye çevrildi.”
“Atanan kayyımların ilk icraatları da kadın ve kültür kurumlarını kapatmak oldu. Bu kapsamda, Van’ın Muradiye Belediyesine kayyım olarak atanan Erkan Savar’ın Ayşe Şan Kadın Kitap ve Konuk Evi’nin tabelasını indirerek, kapısına kilit vurdu.”
“Kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, koronavirüse karşı cami ve cemaatlere ait Kuran kurslarında dezenfekte çalışmaları başlatırken, Meryem Ana Kilisesi ile kentin tek cemevini es geçti.”
‘’Mardin kadın ve gençlik hizmetleri daire başkanlığına erkek müdür atandı. Kadın ve gençlik daire başkanı açığa alındı ve akabininde yüksek disiplin kurulunca memurluktan men edildi .Daire başkanlığında çalışan birçok kadın mobinge uğradı ,sürgün edildi ve işten çıkarıldı.’’
“Batman Belediyesi’ne atanan kayyım, ilk iş olarak belediyenin web adresinden Kürtçe dil seçeneğini kaldırmak oldu.”
“Koronovirüs tehlikesinin olduğu kentte kimi mahallerde sular kesilirken, kayyım yönetimindeki belediyeyi şikayet için arayanların ise yetkililere ulaşamadığı belirtildi.”
“Kayyım yönetimindeki Batman Belediyesi tarafından Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü’ne erkek atanması kararı gelen tepkiler üzerine değiştirildi.”
“Diyarbakır’ın ilk ve tek kadın pa rkı olan Ekin Ceren, kayyım tarafından TÜGVA’ya kiralandıktan sonra önce ismi kaldırıldı, sonra da ırkçı ve cinsiyetçi yazılamalarla çehresi değiştirildi. Merkez Kayapınar ilçe Belediyesi tarafından 2007 yılında yapılan ve Diyarbakır’ın ilk kadın parkı olma özelliği taşıyan Ekin Ceren Parkına ırkçı ve cinsiyetçi yazılamalar ile ‘ya sev ya terk et’ yazıldı.”
“Diyadin Belediyesi’ne atanan kayyım, Aile ve Kadın Politikaları Müdürlüğü’ne bir erkek atadı.”
• ÖZEL SAVAŞ POLİTİKALARI
Uygarlık tarihi boyunca yaşanan tüm sömürü biçimlerinin, eşitsizliklerin, militarizmin ve faşizmin, kadının köleleştirilmesi fikriyatı üzerinden geliştiğini biliyoruz. Kapitalist sistem ve onun örgütleme ayağı olan ulus-devlet yapısı da kadın bedeni ve emeğinin sömürüsü üzerinden kendini geliştirmekte ve sürdürmektedir. Erkek egemen sistemin ilk sömürdüğü sınıf kadınlardır ve tarihsel olarak ilk fetih alanları kadın bedeni ve kadın dünyası olmuştur. Kadın bedeninin ele geçirilmesi, kadının kültür ve toplum ile olan bütünlüğünün kırılarak topluma hükmedilmesi kaynağını bu fetihçi zihniyetten almaktadır. Bu yüzdendir ki dünyanın her yerinde kadınlara karşı ilan edilmiş bir savaş yürütülmektedir.
Tecavüz Düzenin Bir Savaş Aracı Olarak Kullanılmaktadır
Erkek egemenliği ile kapitalist sistemin uyguladığı düzen tüm canlılıkları dağıtan, parçalayan, yok eden bir düzendir. Toplum belli değerler etrafında bir araya gelir; dil, kültür ve tarih bilinci toplumun ahlaki yapısını oluşturur. Toplumsallaşmanın ana yurdu olan coğrafyamızda Kürt halkının oluşturduğu ahlaki değerlere yoğun bir saldırının olduğunu görmekteyiz. Özellikle de bu değerlerin taşıyıcısı ve koruyucusu olan kadına dönük saldırılar gün geçtikçe daha da yoğunlaşmaktadır. Kadının bedenine yapılan saldırılar, temelde kadın kültürüne genelde de bütünüyle Kürtlerin öncülüğünü yaptığı ahlaki politik topluma karşı yürütülen bir saldırıdır. Ekonomisi elinden çalınarak yoksullaştırılan Kürt halkına karşı her türlü özel savaş politikası uygulanmaktadır. Ekonomisiz bırakılarak yoksullaştırmaya, dilinden ve kültüründen uzaklaştırılmış bir Kürt halkının asimile edilmesine, kadınların fuhuş, tecavüz kültürü cenderesine alınmasına, gençlerin ajanlaştırma, uyuşturucu ile bağımlı hale getirmeye kadar, bir özel savaş taktiği, çöktürme planı iken ve Kürt halkının bu politikalara karşı dinlenemeyeceği hesaplanmaktadır. Coğrafyamızın ve dilsiz, tarihsiz kalan Kürt halkının Toplumun kültürel değerlerini ve mücadele gerçekliğini aktaracak olan gençler, sistemin en kirli yöntemi olan ajanlaştırmaya maruz kalmaktadır. Ajanlaştırmayı parayla, suça sürükleyerek ya da tehdit gibi zor aygıtları uygulayarak dayatmakta ve gençlerin kendi kimliklerine ve gerçekliklerine yabancılaşmasını sağlamaktadır. HDP Gençlik Meclisi Üyesi Büşra Kuyun Van’da gündüz vakti polislerce kaçırılmış ve ajanlaştırma dayatılmıştır. Bunu kabul etmeyen Büşra’ya bu kirli politikayı teşhir ettiği için soruşturma başlatılmjş fakat fail olan polisler hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır. Büşra ve Büşra gibi onlarca Kürt genci bu baskı ve sindirme politikası ile karşı karşıyadır. Askeri, idari bürokrasinin de temel rol aldığı görülen kadına ve çocuğa dönük tecavüz olayları ve bu olaylarda yargının aldığı pozisyonu da ekleyince tecavüzün düzenin bir savaş aracı olarak kullanıldığını göstermektedir
Üniformalı Şiddet
1990 yıllarında köy yakmaları, zorla yerinden etme, faili belli cinayetler, sayısızca tecavüzler gerçekleşmiş yargılanma sonucunda hiçbiri ceza almamıştır. Devletin karakolunda devletin komutanı Musa çitil Ş.A ve daha birçok kadına tecavüz etmiş ve sözde yargılanarak aklanmıştır. Ve bu politika yaşadığımız süreçte daha derinlemesine devam etmektedir. Özellikle mücadelenin yoğun oldu kentlerde. Üniformalı paramiliter güçlere sınırsız yetki veren cezasızlık kültürü kadınları aşk adı altında ve evlilik vaatleriyle kandırmakta; kendine bağlayıp tecavüz ederek kadını düşürmektedir. Özellikle son süreçte yaşanan tecavüz vakalarından, fuhuşu normalleştirmeye kadar her kirli yönelimin altında devlet-iktidar askeri güçlerinin çıkması bunu artık resmi olarak doğrulamaktadır. Dersim, Şırnak, Cizre, Amed, Batman, Ağrı, Mardin gibi illerde özel savaş yöntemleri yoğun bir şekilde uygulanmaktadır Şırnak’ta bir kız çocuğunun uzman çavuş tarafından taciz edilmesi. Mardin de kayyımın Kent A.Ş.’ye atadığı polis memuru Ercan Uysaler işe alma karşılığında kadınları fuhuşa zorlaması , Dersim’de her yeri kameralarla çevrili olan bir ilde Gülistan Dokunun bulunmaması, Batman’da İpek Er’e tecavüz eden ve intiharına neden olan uzman çavuş Musa Orhan’ın ”hep yaptım, yine yaparım, bana bir şey olmaz” demesi sistemin bu tecavüz kültürünü yaymaya çalışmasıyla direkt bağlantılıdır. Üniformalı paramiliter güçlerin şiddeti her geçen gün derinleşerek artmaktadır. En son Batman’ın Gerçüş ilçesine bağlı bir köyde 15 yaşında bir çocuğun, karın ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede gebe olduğu ve tecavüze uğradığı, olaya ilişkin çocuğun şikayeti üzerine aynı köyden iki erkeğin tutuklandığı ve soruşturmanın genişletildiği soruşturma kapsamında, cinsel istismar ve fuhuş iddiası ile aralarında uzman çavuş, polis ve korucuların da bulunduğu 27 erkeğin ismi geçmektedir. Olay akabinde yayın yasağı ve dosyaya gizlilik kararı getirilmesi bu politikaların devamıdır. Ayrıca olayın faillerinin tek tek açığa çıkarılması gerekirken, olayı haber yapan kadın muhabirlerin önü özel hareket tarafından kesilmiş, “kimsin, niye burdasın, neyi araştırıyorsun, ilçeye neden geldiniz” gibi sorular yöneltilerek kadın gazeteciler fiziki takibe alınmıştır ve olayı açığa çıkaran Jinnews kadın haber ajansına erişim engeli getirilmiştir . Konuyla ilgili topluma bilgi verilip soruşturmanın şeffaf yürütülmesi ilk yapılması gereken iken, olayı açığa çıkaranların cezalandırılmaya çalışılması tecavüzün üstünün örtülmeye çalışılmasıdır. Devletin cezasızlık sisteminin yarattığı önemli örneklerden biridir Musa Orhan’ın örneği. Av. Eren Keskin’in ”bu kadar yıldır çalışıyorum daha bir tane üniformalı tecavüzcünün yargılanıp tutuklandığını görmedim” ifadeleri olayın iç yüzünün ne kadar derin olduğunu da göstermektedir.
Devletin Anadil Yasakları Özel Savaş Yöntemlerinin Parçasıdır
Devletin anadili yasaklayarak, Kürt çocuklarına Türkçeyi dayatması, yatılı okullara göndererek kendi dillerine kendi kimliklerine yabancılaşması ve asimile etme çalışması bu özel savaş yöntemlerin parçasıdır. Kendi dilini konuşan birçok kadın her türlü baskıya maruz kalmış ama dillerinden de vazgeçmemişlerdir. Muş Malazgirt’te tecavüze uğrayan ve şikayet için gitti karakolda kendi anadilinde şikayetçi olamadığı ve Türkçe bilmediği için şikayeti kabul edilmeyen ve katledilen Fatma Altınmakas ve birçok kadın sistemin dayatmalarına baskısına hiçleştirmesine maruz kalmıştır. Göçe zorlanan Kürtlerin Batı illerinde Kürtçe konuştuklarından dolayı öldürülmesi linç edilmesi bu politikaların sonucudur.
Kapitalist Modernite Sermaye-İktidar İkiliği ile Ekonomiyi Tekelleştirerek, Hiçbir Alternatife Yaşam Hakkı Tanımamaktadır
Yine Kapitalist Modernite sermaye-iktidar ikiliği ile ekonomiyi tekelleştirerek, hiçbir alternatife yaşam hakkı tanımadığı açıktır, bunda en çok kadınların ekonominin dışına iterek komünal yaşama darbe vurmuş, kadınları ev içine hapsetmiş kadının her yönden emeğinin sömürülmesine hizmet etmiştir. Son dönemde, dünya genelindeki Covid-19 salgını nedeniyle ekonomik krizler daha da derinleşti ve fakat yine işini, ekmeğini ilk kaybeden kadınlar oldu. Ekonomik olarak daha kırılgan hale getirilen kadınlar, evde kal çağrıları ile şiddet gördükleri dört duvar arasında daha çok kalmaya ve daha çok biat etmeye zorlanmaktadır. Çalışma hayatında ücret ve fırsat eşitliği gibi her türlü konuda ayrımcılığa maruz kalan ve emeği sürekli görülmeyen, sömürülen kadınlar; pandemi nedeniyle daha çok işsiz bırakılmış, bir yanıyla da ev içi şiddete ve emeğinin, bedeninin sömürülmesine karşı daha savunmasız hale getirilmiş, teslim alınmaya çalışılmıştır.
İlk Tarımsal Üretimin Yapıldığı, Verimli Kürt Coğrafyası Savaş ve Talanın Coğrafyası Haline Getirilmiştir
Savaşlar sebebiyle yakılan ormanlar, barajlar bahanesiyle yok edilen tarihi kentler özel savaşın sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle son süreçte yaşanan salgın durumu ile beraber halkın evlerde kalmasını fırsat bilen AKP-MHP iktidarı genel olarak Türkiye’de ve özelde Kürdistan’da doğa ekolojik katliamla karşı karşıyadır. Dersim’ de özel olarak inanç merkezlerinin, köylerin taş ocaklarına, ya da Munzur Gözeleri gibi peyzaja açılması, yine Zilan Deresi’ne yapılmak istenen HES’ler, Hasankeyf’in yıkılarak baraja çevrilmesi ve tarihinin yok edilmesi, bunun yanında son günlerde adından çokça bahsettiren Cudi’de asker eliyle çıkartılan yangınlar ve özellikle yanan her ormandan sonra alanın karekol ve kalekol yapılıp askerileştirilip, insansızlaştırılması, hafızasızlaştırma, Kürdistan’ı boşaltma özel savaşın bir sonucudur.. Toprağından uzaklaştırılıp mülteci haline getirilen Kürt’lerin tarihsel bilincinden de uzaklaşması amaçlanmıştır. Bunun yansıması olarak faşizmi, ırkçılığı körükleyerek kendi topraklarında tarım yapamayan ve Batı illerine giden Kürt işçilerini en düşük ücretle çalıştırarak emeklerini sömürerek ve Sakarya’daki olayda da gördüğümüz gibi işçilere saldırarak linç etme girişimleri yaşanmaktadır.
• SONUÇ ve ÖNERİLER
Yukarıda bahsedilen kadına yönelik erkek-devlet şiddeti iş birliği politikaları ile Kürdistan’da bugün kadınların varlıklarına, iradelerine, haklarına karşı özel olarak bir savaş açılmış durumda. Bu politikaların sonucunda toplumsal yaşamın içerisinde var olması dahi kriminalize edilen bir kadın kimliği yaratılmaya çalışıldığını görmekteyiz.
Uygulanan politikalar ile örgütlü kadın kimliği hedef alınarak, erkek egemen sistemin bizlere dayattığı makbul kadın kimliğini doğurmaya çalışılmaktadır. Ve bu politikaların sonucu itaat etmeyen her bir kadın devletin markajına girmekte gözaltı ve tutuklamalarla iradesi kırılmak istenmektedir. Bu saldırıların bir cezasızlık politikası ile koruma kalkanına büründürüldüğünün, bölgede suç işlemenin bir cezai yaptırımının olmadığının, hukuksuzluğun hukuk haline getirilmeye çalışıldığının, mevzu bahis Kürt ise hiçbir yasanın işlemediği bir ortamda şiddetin meşrulaştırılması sonucu doğmaktadır. Kadınlar şiddet durumunda başvuracakları mekanizmalar bulamamaktadır. Kapatılan kurumlar, var olan yapıların illegalize edilmesi kadınları fiziki, sosyal bir ölüme sürüklemektedir. Bütün bu özel politikaların ortaya çıkardığı sonuç daha fazla şiddet daha fazla kadın cinayeti olarak topluma dönmektedir.
Baskı ve sindirme ile yok edilmeye çalışılan meşru taleplerin nihayetinde bütün bir toplumu etkilediğini, toplumun her alanında infial yaratacak olayların devlet eli ile organize edildiği bir süreçte sadece kadınlar değil ezilen ve yok sayılan her bir kimlik için tehdit oluşturduğu aşikardır. Söz konusu, kadınlar başta olmak üzere bütün bir toplumun geleceğidir. Ve yukarıda bahsedilen ve açıklanan olaylarda da görüldüğü gibi toplumun kendisine ait her bir değer hiçbir ahlaki tutumla örtüşmeyecek yöntemlerle alt edilmek istenmektedir.
Bu politikalara karşı dün nasıl olduysa bugün de aynı şekilde direneceğiz. 90’ların kirli savaş politikalarına yeni ruhlar ekleyerek kadınları ve toplumun mücadelesinin sönümlendirilmesine karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Kadınların özgürlük mücadelesini ortak örgütlemelerle bir kadın sistemi oluşturarak başarılı kılabiliriz.
Bir kez daha yinelemekte fayda görüyoruz; kadın mücadelesi geri adım atmamızın söz konusu dahi olmadığı bir mücadeledir. Yarım asırdır olduğu gibi her türlü saldırı politikalarına karşı her alanda kendimizi savunmaya devam edeceğiz. Bu noktada bu şiddet politikalarına karşı en büyük çözümün örgütlü mücadelemizle direnerek kendimizi savunmak olduğunu bilmekteyiz. Şiddetin çözümsüzlük getirdiği bilinci ile bu soruna dair TJA olarak önerilerimiz ise;
1. Kürt sorununun güvenlik politikaları kapsamında ele alınması bir an önce durdurulmalı ve çözüm için yeniden girişimler olmalıdır.
2. Kadınlar başta olmak üzere Kürtlere, muhaliflere yönelik gözaltı ve baskı politikalarına bir an önce son verilmelidir.
3. Başta kolluk kuvvetleri olmak üzere, kadınlara yönelik uygulanan her türlü şiddette failin cezasızlık ile ödüllendirilmesi politikası bitirilmelidir.
4. Kapatılan kadın derneklerinin ve kayyımların ve kadın kurumlarının kadına yönelik şiddeti arttırdığı ve kadınların başvurabileceği, toplumsal yaşama katılabileceği mekanların kalmadığı gözönüne alınarak bu politikalara derhal son verilmelidir.
5. Eşbaşkanlık sisteminin kadınların yaşamın içerisinde eşit temsiliyetinin inşa edilmesi ve varlıklarının-emeklerinin-iradelerinin görünür kılınmasının temel politikalarından biri olduğu kabul edilmeli ve yasal olarak tanınmalıdır.
6. Tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi, TCK 103 ve 6284 No’lu Yasa amasız-fakatsız uygulanmalı, yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet eşitliği için etkin politikalar uygulanmalıdır.
7. Kürtçe anadil kabul edilmelidir. Eğitim, sağlık, kültür gibi her alanda uygulanması için politikalar geliştirilmelidir.
8. BARO’ların, STK’ların, Meslek Odalarının kadına yönelik şiddet ile ilgili ayrıştırıcı veri tutmaları ve bu verileri kadın örgütleri ile paylaşması.